Saturday, December 27, 2008

Yeni tarifler: Sarma ve Manti

Merhaba Haftalik (bir onceki yazida Sedar aciklamis, artik gunluk degil, haftalik :)

Hava karli, haftasonlari disarida cok zaman geciremeyince, evde yapacak yeni aktiviteler bulduk kendimize; yemek pisirip yemek!

Bir onceki haftasonu sebze alisverisi icin gittimiz manavda lahanaya benzer ama daha kucuk ve narince bir bitki gorduk, bir sure inceledik, lahana olduguna kanaat getirince hemen aldik attik sepete. Bir sure dolapta bekledi. Bir sonraki cumartesi ogleden sonra ( cok dayankli bir sebzeymis, bunu da ogrenmis olduk :) artik uzerinde calismaya karar verdik. Once internetten kucuk bir arastirma yaptik. Lahanalari haslamak ile basladik ise, icini hazirlamak zaten kolaydi. Sedar tek tek damarlarini ayirdi, sarilacak buyuklukte parcalara boldu, ben de sardim, tencereye yerlestirme isini de titizlikle Sedar halletti. Ogle yemegine yetistirip yemeyi planliyorduk ama tencereyi ocagin uzerine koydugumuzda o kadar acikmistik ki, pismesini bekleyemeden o oglen makarna yaptik yedik :) Ev mis gibi lahana kokana kadar pisirdik, aksam eve gelen ilk misafirlerimiz Murat&Sevilay ile birlikte ilk denemesini yaptik. Lahana sarmasindan cok yaprak sarmasi kalinliginda oldugunu soylediler. Anne yapimi gibi olamaz ama ellerimize saglik fena da degildi :)
Bugun de canimizin cektigi bir baska yemegi denedik; Manti! Yine internetten yaptigimiz kucuk bir arastirma sonrasi sivadik kollari.
Sertce bir hamur hazirladik; un, yumurta, tuz, biraz ilik su. Hamurunu 4 esit parcaya bolduk, 2sini ben actim, 2sini Sedar. Cok marifetli benim kocam cok! Mantilari benden muntazam kapatti; benimkiler top gibi Sedar'inkiler bohca gibi oldu :)

Bir saatte hallederiz diye basladigimiz Manti 2-2.30 saat kadar surdu. 10 dakikada da 2ser tabak yalayip yuttuk! Bir de son haline bakin bakalim dayanilacak gibi mi:
Yerken Gaye&Emre, ve Umut'dan icimize sinmedi. En kisa zamanda onlara da yapacagiz.

Caninizin cektigi seyler var ise siz de soyleyin, yapip gondeririz ;)

Vancouver'dan beklenmeyen kar manzaralari

Sevgili haftalik*,

Tembellik yuzunden fazla fotograf cekmedik, hatta o kadar tembeldik ki cektiklerimizi bilgisayara aktarmamistik. Ta ki bugune kadar. Bugun oyle bir sey yaptik ki fotografini cekmeden yapamayacaktik, bu vesile ile eski fotograflari da aktarmis olduk. Siz bu yaziyi okudugunuzda bundan sonraki yazi da yayinlanmis olacak, ve siz muhtemelen once ikinci yaziyi okumus olacaksiniz o yuzden manti kelimesini kullanmakta zarar gormuyorum, ama o hikayeyi ustasina birakmak gerekir, ben baska seylerden bahsedecegim.

Kanada ile ilgili vakti zamaninda cok dolasip cok populer olan bir mail almistim. Kanadaya yerlesen birinin gunluk notlari. Once herseyden cok neseli bir sekilde bahsediyor, sonra ilk kar yagiyor, hala hersey cok guzel ama yagan kar durmak bilmiyor, haftalar aylar geciyor, yazan en sonunda usaniyor kardan. Gecen haftalarda aklima bu hikaye birden fazla kere geldi. Kar yagiyordu, o hikayedeki kadar cok degildi, aslinda Ankara'da alistigimizdan cok cok fazla da degildi, fakat buraya "yazlari ilik ve nemli, kislari ilik ve nemli" gecer bilgisi ile geldigimiz icin, karin yerde uc gunden fazla kalmayacagini dusundugumuzden olsa gerek, yagan kar gozumuzde cok buyudu. Gozumuzde buyumesine etkenlerden birisi de yagan karin buradaki hayati maksimum seviyede olumsuz etkilemesidir. Zira kar yagmasina alisik olmayan vancouver ahalisini gutmesi gereken vancouver belediyesi melih gokcegi herhangi bir sey yapmadigi icin yollar karli buzlu kaldi, insanlar disari cikamaz oldu, hatta biraz daha kar yagacagini duyan normal vancouver'li marketlere dolusup evlerine erzak depoladi. Ilk etapta anlayamadigim bu garip hareketi, yollarin pek alisverise gidilecek kivamda olmayacak oldugunu anladigimda kabul edebildim.


Iste size yagan kardan bir iki manzara:





Bu fotograf kar yagisinin ortalarinda cekildi, dolayisiyla en yuksek kar miktarinin hemen hemen yarisi seviyesinde diyebiliriz.













Bu yandaki fotograf da ayni zamanda cekildi, biraz oncekinin yani, biraz sag tarafi
Tabii, asil amac bu fotograflarin cekildigi yeri aciklamak idi. Salondan :)
Disarinin halini goruyorsunuz. Disarida hal boyle olunca normalde insan pek ise gidemiyor. Ben de her sabah acaba bugun ise gidecek miyiz diye uyandim, her seferinde de bu zorlu kis sartlarina aldiris etmeyen fatos disarinin bu halini gormezden geldi, bana da gostermedi :)
Artik onumuzdeki karlara....
*uyari uzerine gunluk yazamadigimiz bir yere "gunluk" yazmaktan vazgectik, niyetimiz haftalik guncellemek.

Saturday, December 20, 2008

Beauty and the Beast (Guzel ve Cirkin)

Ilk tiyatromuza gittik :)

Dun Vancouver'in en soguk gunuydu. 1970lerden beri kaydedilen en dusuk sicaklik, -16. Senede 2-3 kere kar yagan sehirde, suana kadar 3 kere kar yagdi, ertesi gunu erir gider dedikleri kar hala bazi sokaklari kapatiyor. Suanda yine disarida ruzgar ile savurta savurta yagmaya devam ediyor. Su siralar hava durumu haberleri uykuya daliyoruz, sabah hava durumunu internetten kontrol ederek uyaniyoruz. Ay ortalamasi 8 derece, daha biz ay basindan beri 0 derecenin ustunu goremedik.

Burada tiyatro biletleri 2-3 ay oncesinden indirimli olarak alinabliyor. Son anda gitmeye niyetlenirsen ya hic yer bulamiyorsun, ya da %50 daha fazlasina, sag ve sol koselerden kalan yerler alabiliyorsun. Bizim bilet bulabilmemiz biraz sans; araba, ev, ev esyasi, bisiklet...akliniza gelebilecek olan herseyin ilanini bulabileceginiz bir siteden bilet arastirdik (craiglist). Dun icin biri iki biletini satmak istiyordu, aradik, birine soz verdim dedi, bir sonraki gun soz verdiklerim almadi, almak istermisiniz diye mail atti. Pazartesi gunu, eve yakin, sehir merkezinde bir otobus duraginda kirmizi karanfillerimiz ile bulustuk, biletleri aldik :)

Tahmin edecceginiz gibi hava durumunu kontrol etmistik ama baska gune bilet bulma sansimiz yoktu. Is cikisi servis ile tiyatroya gittik, oncesinden birseyler yedik ama yemek yedigimiz yer bile serindi. Zaten hamburgeri de ikiye bolmeyi becerememisler, guzel de yapamamislar, Sedar'in butun tilsimi dustu. Yemek yedigimiz yerden kalktk kosar adimlarla tiyatroya sigindik :)

Oyuna gelebildim sonunda! Guzel ve Cirkin muzikali, Vancouver klasigi, 4 senedir yilbasi donemlerinde sergileniyormus. Salon cok buyuk degildi, ama bos yer de yoktu. Cocuklari ile gelenler, heryastan cifler, genis bir izleyici kitlesi vardi. Disney muzikali oldugundan dili cok anlasilirdi. Sahne kullanimlari, dekorasyonlari ve kiyafetleri cok guzeldi. Sedar ile baska bir dunyadaymisiz gibi hissettik, ilk kez yabanci dilde bir oyun izlemeninde etkisi ile, hersey cok gercek disi geldi saniyorum.

Oyunculardan bir kismi cok bilindik dizilerde de rol aliyormus. Holywood yildizlarini gorduk ama taniymadik, makyajlari guzeldi caniiimmm :)

Ruyadan oyun sonunda Cirkin'in maskesi dustugunde, gercekten cirkin olmasi ile uyandik! Sedar'imin eline su bile dokemez:)

Oyun sonunda oyunclar selam verirken Guzel'i canlandiran oyuncunun, yuzunde roldeki gulusun donmus olmasi cok ilgincti. Acaba normal hayatina da mi boyle guluyor diye dusunmeden edemedim.

Oyun sonrasinda otobuse bindik, ilk kez otobuse bindik :) Sonrasina 10-15 dakika yuruyerek evimize ulastik. Geldigimizde tekrar hava durumunu kontrol ettik tabiki, -11 dereceyi gosteriyordu. hissedilen -18 derece, poff bu ruyadan ne zaman uyanacagiz acaba?

Sunday, December 14, 2008

Krem Peynirli Kral Yengecli Fusulli (Bildiginiz Makarna :) )

Uzun zaman oldu yazmayali, evimizi yerlestirdik, bugun aksam acilisini da yaptik, keyfimiz yerine geldi! Sedar'in yazdigi yazi uzerine dayanamadim ben de hemen bahsettigi tarifi vereyim istedim :)

Maceramiz Sedar'in markette, et ve balik reyonunda kaybolmasi ile basladi. Ben mutfak icin eksik seyleri seyleri tamamlamaya calisirken, bir baktim Sedar ortada yok. Elinde Kral Yengec'i ile geldi: "Bunu denesek ya!" diyerek. Hadi dedim alip deneyelim.

Ilk adim: Aldigimiz baliklarin yaninda ufak 2ser parca pisirip tadini baktik. Cok lezzetli, pisirmesi de bir o kadar kolay. Bu Japon ve Cin'liler agzinin tadini biliyor diye dusunmeye basliyorum :)

Bir sonraki adim: Yemek sonrasi bununla guzel birsey yapmali ne yapmali diye dusunurken, peynir ve makarna geldi aklimiza. Bir teflonda tuz ve karabiber ile yengeci kavurduk. Fusuli cinsi makarnayi, bildigimiz fiyonk makarna iste, hazirladiktan sonra, krem peyniri bir guzel makarna ile karistirdik, guzelce errittik. Yengeci de icine karistirdik, cok leziz oldu cok! Iki gun ust uste makarna yedik, yine olsa yine yeriz :)

Cin ve Japon mutfagina, somon ve yengec ile ufak ufak alismaya basladik. Himm az kalsin unutuyordum bir de cok begenerek, genelde cumartesileri yedigimiz, Japon hot-dog'u (ekmek arasi sosisi) var. Sedar'in ilk gidisimizde, uzerinde yosun olanini denedi (bilerek mi? hayir! yerken ne oldugunu kokusundan anladik :), sonra peynir, hardal ve ketcap daha hos oluyormus ona karar verdik :)

Bakalim daha neler deneyecegiz, neler pisirip, neler yiyecegiz!

Saturday, December 13, 2008

Yeni ev kutlamasi

Sevgili Gunluk

Epey oldu sana yazmayali, epey ihmal ettik, yazacak da cok sey birikti. Can ciger Ersen genelde telefon ettigimde der ki sen alkol mu aldin. Cunku genelde alkol alinca sagi solu ariyormusum. Herhalde bu gozleminde de cok haksiz degil, ben de nihayet kabul ettim. Efendim, neyse, ben bugun de alkol aldim, o yuzden iste boyle aklima yazmak geldi. Ankara'da olsak alkol demek bir iki bira da demek olabilir, fakat nedense burada alkol demek raki demek. Lager ve hatta daha ziyade Ale guzel biralar olsa da nedense burada raki icince alkolden sayiyorum. Efes olsa onu da sayarim, o ayri.

Genelde yazarken, ve hatta konusurken, aklim baska baska konulara gider durur, bu yuzdende "sunu demisken", "bunu da demisken" tarzi parantezler acip, konudan bir miktar uzaklasirim. Bu huyum Ersen'in cok bir hafifletilmis hali. O genelde basladigi konuyu hemen hemen hic bir zaman bitirmez, o daldan bu dala atlayip gecer, on dakika sonra bir soluk almak icin durur ve soluk alirken de ben bu konuya nereden gelmistm diye dusunur. Bu tur anlarda ben elimdn geldigince yardimci olup onun buralara nasil vardigini, asil konunun ne oldugunu hatrilayabildigim kadari ile soyler, konunun devamini saglarim. Bazen de bu daldan dala atlamalar, konu degistirmeler o kadar keyifli olur ki, ben de kendimi akisina birakirim. Cunku zipladigimiz her bir konu bir oncekinden daha eglenceli olur, konustukca konusuruz, eglendikce egleniriz.

Ersenden haber almayali cok oldu, herhalde ozlemisim ki aklim buralara gitti. Parantezi de bir yerde kapatmak gerek :)

Neyse bu buyuk parantezden sonra, asil konumuza geri donelim. Evet, ben bugun alkol aldim. Aldigim alkolun markasi, yesil bir efe. Taaa on bin kilometre (evet yanlis okumadiniz) oteden buralara getirilmis, gider ayak babam tarafindan alinmis, valizin enguzidyerine konulmus, guzelce havlulara sarilmis, (baska hic bir nesne herhangi bir seye sarilma ozenini gormemistir), gumrukte "bu ne olaki ne" denilip kapagi kirilircasina acilmis (halbuki cevirsen aciliyor, bicak falan sokmusla kenarindan, raki gormemis cahiller) nice ezalar cekmis, canim bir litrelik yesil efe. Siz bilirsiniz, buradaki cahiller bilmiyorlar, raki adabiyla icilir.

Raki adabi ile icilir. Yaninda mezesi olur, muhabbeti olur, raki sofrasi ozenle kurulur. Biz de bu torensel hazirligi layiki ilen yerine getirdik. Ayiptir soylemesi, koftemiz, tere yagi oldugunu hayal ettigimiz bir yag ve kanada disinda baska bir yerde bulunduguna inanmadigimiz, gavurcasi canola olan bir cicegin sozum ona muhtesem yaginda yapilmis, yine de bizim oralari elinden ciktigi icin, hatta bu dunyanin en bir sahane, yaratici ascisi elinden ciktigi icin, garip cin pirinclerine inat, harikulade pirinc pilavi, salata konusunda uzman kisi, yuce salata yapici Fatosun yaratici salatasi, serefine uc duz iki ters takla atabilecegim Tek Sut tam yagli koyun yogurdu, muhabbetlerin en bir sahanesi meze oldu rakimiza. Bunlara ilaveten herkesi sasirtacak son mezemizi bu noktadan sonra soylemek daha uygun geldi. Tahmin edemeyeceginiz uzere, son mezemiz tutsulenmis somon, gavurcasi smoked sockeye salmon. Cig denilebilecek bir balik bu kadar lezzetli, beyaz peynirin her turlusu ile bu kadar uyumlu, ogunun her biride - kahvalti dahil - bu kadar guzel, ustelik rakiya da bu kadar yakisan bir sey olmasi insani hayretler icine dusuruyor. Gelirken sockeye smoked salmon getirecegim, benle raki icenlere ikram edecegim. Ustelik bu sefer sinemayi falan karitirmayacagim isin icine.

Laf uzadikca uzadi ama benim anlatmak istedigim tema smoked salmon'un raki ile uyumu idi. Sevgili orti Sedar Ozcan'in cok kereler belirttigi gibi, anlatip anlatip sozun sonunu getirmekte zorlanan bir insan olarak, bu yaziyi da nasil bitirecegimi kara kar dunsunmekteyim. En iyisi en iyi bildigimi yapip sozu hic bir yere baglamayayim.
Veee (amanin, iste tam su anda sozu baglayacak bir sey buldum) sozun geri kalanini, krem beyaz peynir ve kral yengeci soslu Fusilli'nin tarifini vermek uzere, cok sevigli sevgilim, yol arkadasim, canimin ici, beni kanadalara, oradan amerikalara goturen/goturecek olan, keyif bocegim, kalorifer bocegim (su an yeni aldigimiz yagli kalorifere sarildi, yagli kalorferi kiskanacagimi dusunmezdim), sahane insan, badem gozlu fatos didos birtaneme birakiyorum.

kendinize mukayet olun
sedar
--

Sunday, November 16, 2008

Guzel bir cumartesi aksami...

Guzel bir cumartesi aksami gecirdik. Fotograflar henuz elimize gecmedi ama yinede bu aksam gunlugumuzde yer alsin dedim.
Buradaki arkadaslarimiz ile hep bir arada oldugumuz 2. gece oldu. Aslinda 3uncu. Ilkinden baslamali o zaman;
Vancouver'a geldigimiz ilk gun geleneksel 2. raki gecesine denk geldi Daha sehre geleli 3 saat olmustuki, sanki o kadar yolculugu yapmamisiz da, yabanci bir yerde degilmisiz hissi ile iyice karmakarisik olduk. Herkes ile yeni tanisiyorduk, cok uykumuz vardi, ama guzel bir baslangic oldu.
2. gece Ela'nin gecici evinin kapanis kutlamasiydi. Bina 23 kat, Ela'nin ev 22 katta. Tum sehir ayaklarimizin altinda. Menu de neler mi vardi; Yigithan'dan mercimek corbasi, Ela'dan ispanakli peynirli nefis bir borek ve Kerem'den buharda et (cok ozel bir ismi vardi ama hatirlayamadim ki :)
Bu gece 3. gece idi. En kalabalik oldugumu aksam bu aksamdi. Ev sahibimiz Yigithan; ayni zamanda bas ascimiz; firinda kofte, firinda tavuk, super bir salata... Gulter'de mercimekli kofte yapmisti, nefisti nefis. 13 kisiydik, oturacak yer zor bulduk ama cok eglendik. Biraz sarki turku de soyledik, biraz ozlemlerimizi paylastik, biraz kitaplardan konustuk, cok keyifli bir cumartesi gecesi yasadik.

Katilimcilar: Yigithan, Ela&Goksel, Kerem, Oguz&Gulter, Berfu&Soner, Umut, Murat&Sevilay, veee biz...Iyi ki buradasiniz arkadaslar...

Saturday, November 1, 2008

Cypress Falls

Sevgili gunluk,
Duydum ki, blogspot tekrardan acilmis, hemen yazayim dedim. Daha hanimin bundan haberi yok, olsa kesin bana birakmazdi bu "hiking" macerasini. Sanirim ilk yazimdan sonra, gezi yazilarini bana yazdirmama gibi bir karar aldi. Artik nednini sen tahmin et. Dogrulari benim agzimdan ogrenmeyesin diye.

O yuzden inat ettim, aha da hanim yogurt yapiyor, ben de gizli gizli bu yaziyi yaziyorum. Bu arada yapilacak yogurt miktari konusunda hanimin oldukca muhafazakar bir yol izledigini ifade etmek istiyorum. Ilk yogurdu bir kilo sut ile yapmisti. hadi lik seferi anlarim, tutar tutmaz belli olmaz, az bir sut ile denemek mantikli ama ikinci seferi neden bir kilo ikiyuzelli gramdan yaparsin ki? artik kacinci yogurt yapisi bilemiyorum ama ilk kez gozunu karartip uc kilo sutten yapti, onu da cektire cektire bir kiloya dusurttu yine. Hayir, ikimiz de normal yogurt yiyen insanlar olsak neyse ama ben bir oturusta yiyebiliyorum o kadar yogurdu, ustelik karnim da sismiyor.

Neyse konudan epey bir uzaklastim. Yuruyus olayina tekrar doneyim. Efendim, simdi hersey soyle basladi. Gecen hafta sonuydu, sabah kalktik ki hava gunesli. Itiraf ediyorum artik gunesi eskisi kadar sevmiyorum. Kalkar kalkmaz gunesi gorunce icten bir titreme geldi hafiften. Basimiza gelecekleri tahmin etmek zor degil. Amma, acaba tirmanmadigimiz hangi dag kaldi diye merak etmiyor da degilim. Neyse, cok beklememe gerek kalmadi, hanim dunden calismis, beni bekletmeden acikladi: Cypress Falls (http://www.vancouvertrails.com/trails/cypress-falls/)




Eyvallah deyip dustuk yola. Soyle yarim saat kadar suren bir araba yolculugundan sonra oldukca kolay bir sekilde bulduk dagin basini. Tabi bunda benim her dag basina giderken yaptigim, fizibilite calismalari kapsaminda da sayilabilecek ama daha cok basimiza neler gelecek ogreneyim diye yaptigim, harita calismasinin oldukca fazla faydasinin oldugunu soylemeden edemeyecegim. Her yolculuk oncesi, maps.live.com'a girip (aslinda baska bir siteye giriyorum ama burada reklam yapmanin bir sakincasini da gormuyorum ::)) ne de olsa ekmeklerini yiyiyoruz) uzun uzun oldugumuz noktadan varis noktasina nasil gidecegimi calisiyorum. (+ reklam: birds eye view oldukca basarili, cok eglenceli bir sey, kesinlikte tavsiye ederim, ilerleyen yazilarda size evin adresini de gonderebilirim, oradan apartmani ve hatta daireyi gorebilirsiniz)




Sanatsal fotograflar da cekmeye basladik. Daha dogrusu bizim begenmedigimiz kameranin ozelliklerini kesfetmeye basladik demeliyim. Oynadikca heveslendik, sonra da akmeramizi iyice sever olduk. Yine de daha iyi bir kamera alacagiz. Benim cok anladigimdan degil ama kurcalamak hosuma gidiyor. Bir de o kadar guzel yerler var ki, sanki fotografini cekmezsek kaybolacak gibi geliyor. Genelde kameraya sigdiramadigim icin de hayal kirikligi yasiyorum. Ote yandan ayni hissiyat daha cok fotograf cekme arzusu dogurmuyor da degil.


Cypress Fall bir selale (Fall = Selale) Dolayisiyla selalenin fotografini koymamak ayip olur. Iste size onca yolu tepip, uzerinde "Bundan sonra yalnizsin kovboy, basina geleceklerden kendin sorumlusun ahbap" tarzi seyler yazan tabelalardan gecip, kisacasi bunca tehlike ve heyecandan sonra, sen nasil bir selale beklersin? Seni bilmem ama ben Niyagara olmasa da onun yarisi kadar bisey beklerdim. Fakat bu cikti karsimiza. Napalim, yapacak bisey yok.






Simdi bir de olayin sportif yani var. O yan ki benim hanim sanirim en cok ondan haz aliyor. Simdi neden boyle soyledigimi merak ediyorsan eger, sesli dusunuyordum canim gunluk: Acaba bir yolunu bulup dag yuruyuslerinden kaytarsam basima basa bir is acilir mi diye. Cunku eger maksat sporsa kurtulus yok. Dag yuruyusu olmaz, ova kosturusu olur, o olmaz baska bisey olur. O bakimdan spor kismi beni cok ilgilendirmese de dag kismisindan hoslandigim icin sesimi cikartmamam gerekir. Yok eger maksat dag ise bu kosturmaca niye onu anlamis degilim :) Fakat sonuc itibariyle hanim bu iste oldukca basarili. Dag yuruyusu tur operatoru gibi bir meslek var mi acba



Aha da siz gorun nerelere cikmis. Meslek demisken sunu da soylemeden gecemeyecegim, ben kendisi ile beraber her ne kadar ayni sirkette calismis isem de, cok yakinen basa bas calismadigim icin, itiraf ediyorum, Mami'nin kendisini neden bu kadar sevdigini tam anlamamismisim megerse. Zira (arkasindan konusuyormus gibi oluyor amma) kendisi benim gordugum en caliskan insanlardan birisi. Oturdugu yerden kalkmiyor, benim hicbir oyunbozanlik denemelerime kanmiyor, en ufak sohbet girisimlerimi (yuzume vurur gibi) "haydi bakalim, calismamiz lazim" diyerek iki dakika ile sinirlandiriyor, hatta bazi gunler isi abartip kendinden gecerek yemek yemeyi, karninin acikmis oldugunu, insanlarin artik eve gittigini farketmiyor, unutuyor. (Parantez icinde belirtiyorum dikkatinizi cektiyse: o kendinden gecmiscesine calisirken, ben bu saydiklarimin hicbirini unutmuyor, acliktan migdesine agrilar girmis, calismaktan kafasi sismis, monitore bakmaktan gozu yamulmus halde, bu trans halinden ne zaman cikacagini - adeta itin kemige baktigi gibi - abartmiyorum, bekliyor da bekliyorum. Yani halimi siz dusunun :)



Oh, megerse ne cok dolmusum, yazdikca yaziyorum. Fakat gercekten cok sevimli bir insan kendisi. Gercekten "Arakadasim, hayat bu daha ne istiyorsun" dedirten bir insan. Kendisini candan kutluyorum, dag basini duman almis diyerek sizlerle vedalasiyorum

Monday, October 20, 2008

Granville Island

Sedar sonunda isyan etti; ben bugun dag tas gormek istemiyorum, insan gormek istiyorum, pazar miskinligi yapmak istiyorum dedi. Ben de dedim bugun pazar, yagmur da yok, evde oturmayalim. Neyse bir orta yol bulduk Granville Island'a gittik. Giderken yuruduk, oraada insan gorduk, donuste de deniz otobus(cuk)u ile geri donduk :)

Granville Island'a geldigimiz ilk haftasonu da gitmistik. Vancouver'daki yarim adaciklardan biri. Sokaklar kasabayi andiriyor, tek katli dukkanlar, restaurantlar var. Ama asil kapali pazar alani en cazip yeri; tek pazar alani degil biraz mandra, biraz balikci, biraz kasap, yani hangi ulkeden ne ararsan var.
Yemek icinde cok cesitli secenekler sunuyor, gecen sefer ispanakli borek yemistik, bu sefer gittigimizde cin yemegi yedik; noddle, biber soslu biftek, kori soslu tavuk ve karides. Kocaman bir tabaga 4unu birden dolduruyorlar. Buyuk ve karisik! Yemeklerini genelde martilarla paylasiyor herkes, zaten uyari tabelalarinda yemeginizi (kendinizi demeliler) martilardan koruyun yaziyor :)

Bir sonraki sefere kapali carsisini ve yedigimiz yemegi de cekelim, kuru kuru anlatinca olmuyor ki!

Sokaklarda gosteriler ve calgicilar oluyor. Dun sahil kenarinda biraz gitar dinledik, sonra upuzun bir bisikletin ustunde basket atmayi deneyen bir adami. En eglenceli yonu herkesin bu gosterilere katiliyor olmasi.

Yemek sonrasi biraz banklarda kitap okuduk, biraz ususek de guzzel bir pazar gecirdik!

Saturday, October 18, 2008

Burnaby Mountain Conservation Area

Bugun cumartesiiii...Bos durmadik yine dustuk yollara :)
Sedar gune cok zinde baslamasa da, gezi onerilerinden en zor olanini secti (yuruyus :), haritadan nasil gidecegimize calistik, sirt cantamizi aldigimiz gibi ciktik disari.
Sirt cantamizin ici dolu dolu; fotograf makinesi, belki biryerde oturup okuruz diye kitaplar, su, 2 adet peynirli salamli sandovic yaninda salatalari ile hemi de, portakal suyu, elma. Daha bitmedi belki terleriz diye yedek tshirtlerde ayri bir posette. Gidiyoruz kararini vermemiz ile bunlarin hazirlanmasi arasinda gecen sure 5 dakika. 7 dakika icinde ayakkabilarimi baglamis, kapinin onunde Sedar'i bekliyordum, isin ucunda gezme olunca :)

Evimizin bulundugu yer (Downtown) ile gidecegimiz yer arasi (Burnaby) yarim saat surdu. Cok degil 17 km ama cok isik var. Gittimiz yol cok ilgincti. Sehir merkezinden 5 dk devam ettigimizde, sanki Beyoglu'nun arka sokaklarina giriyorsun, etrafta gezinen insanlar tedirgin ediyor, sokaklar cok kirli, tekrar 10 dk icerisinde de adim adim degismeye basliyor cevre.

Oncelikle Burnaby Marine Park diye bir yere saptik. Yazin denize girilen yerlerden biriymis. Bu mevsimde de insanlar kano ve sisme botlar ile denizde geziniyorlardi. Iskele uzerinde de yengec avlayan bir amca vardi, kucukleri avlamak yasak!
Yandaki fotografi orada cektik. O kutugun uzerine cikabilmek icin butun uzerimi batirdim, uzeri yosun, ufak yengec ve deniz kabuklari ile doluydu. Arabaya bindigimizde cok kotu balik kokuyordum, camlari acmak zorunda kaldik. Simdi cibi cibi yaptim mis gibiyim :)



Arabayi park ettimiz yer ile park arasinda 5 dk bir mesafe var (yandaki yol). Aradan buyukce bir demir yolu geciyor, parktan bir sonraki koy liman, tren ile surekli yuk tasiyorlar.

Bu arada arabayi park eder etmez parka gitmeyi bile beklemeden, yuruyerek sandoviclerimizi salata ile yedik bitirdik, acikmisiz megerse.


Sonrasinda Burnaby Mountaion Conservation Area'ya gittik. Arabamizi park ettikten sonra bol bol fotograf cekerek yuruyusumuze basladik.

Yuruyus yolu uzerinde koyduklari kucuk harita panolari ve siz suanda buradasiniz isaretleri sayesinde, yuru yuru bu yolun bugun bitmeyecegine karar verip uygun bir yerden geri donduk. Harita ve yon bulma duygum giderek koreliyor, Sedar yanimdayken ben haritaya bakmak yerine nerede yaprak var, yok nerde bortu bocek var onlarin pesinden kosusturuyorum :)
Ama herzaman ben degil, Sedar da yakaliyor:
Yandaki yaprak orumcek aginin ucunda asili kalmis, ruzgar ile donup duruyordu. Bu arada Sedar fotograf makinesinin inceliklerini kesfetti bugun, o yaprak sanmayin ki tek seferde cekildi, cekiyor, tam tamam deyip yurumeye devam ediyoruz aaa tekrar cekmemiz lazim diyor, yapraga kadar geri donuyoruz, elini indir, kaldir, parmaklarini ac, aaa yaprak ruzgardan yon degistirdi, bastan, bir daha, tam 10 kare 10...

Yuruyus yolu cok guzeldi, gecen haftaki kadar zorlu bir yol degildi. Yanda gormus oldugunuz kesilmis bir agactan geri kalan, icinde 2-3 kisiyi alacak kadar genis bir bosluk olusmus. Agac ev :)






Gezimiz nasil mi sonlandi, biraz sallandiktan sonraaaa....


Harika bir manzara karsisinda, portakal suyu ile :)

Bunlarda yol uzerinde begendiklerimiz:

Agaclar muhtesem gorunuyordu, bu mevsime, gunesin bu saatine tekrar denk gelmeli.


Mantarlar icin bu sefer sadece 8 cekim yaptik!





Ayni cizgifilmlerdeki mantarlar gibiler degil mi?

Prensim beni uyandirana kadar uyuyacagim, hepinize iyi geceler...
(Sedar, Sedar neredesin ?)

Thursday, October 16, 2008

Sevgili gunluk,

Dusundum ki, sevigili gunluk demek sacma geliyor. bundan sonra baska bisey bulmaliyim. sevgili falan olabilir mesela ama onu Ali Sirmen pazar gunleri yaziyor.

Gunluk (sade oldu), gunlukcugum (sirnasik oldu), ulan gunluk (kaba oldu), ulen gunlukcugum (bu da argo oldu ama kaba taraflari biraz yumusadi gibi)


Diyecegim o ki, apartman yoneticisi, site yoneticisi falan olan herkesin kesinlikle gelip buralari bir gormeleri gerekiyor. Gelmeleliler ki, bu isi yurtdisinda nasil yapiyorlar gorsunler.
Misal su yanda gormus oldugunuz clicker ya da fob diye adlandirilan dort dugmeli uzaktan kumanda aletinin yapamadigi sey yok. Apartmanin dis kapisinin bir anahtari yok, cunku fob ile aciliyor. bu arada apartmanin birden fazla dis kapisi oldugunu da soylemeliyim. Zemin katta 4 ayri giris, yer altindaki her bir park katinda ikiser giris olmak uzere bir suru kapiyi aciyor. tek yapmaniz gereken, kapi girisindeki okuyucuya yaklastirmak. Ne var, bizde de var dediginizi duyar gibiyim. Ama bu arkadas, bunun yani sira 1 numarali dugmesine basinca garaj kapisini aciyor, iki numarali dugmesine basinca kapatiyor, (bundan da var, evet biliyorum) ama bu fob ustune ustluk asansor ile zemin kat disindaki herhangi bir kata gitmeniz icin de bir anahtar. bu fob'u okutmazsaniz asansor sizin istedigi degil, kendi istedigi yere gidiyor. (asansore ilk bindigimizde uc bes kere yukari asagi insanlarla beraber inip ciktiydik, ta ki birisi gozumuzun onunde fob'u okutup katin dugmesine basana kadar -- suratimizdaki rahatlamayi gormeniz gerekirdi, 9. kata cikmak istiyorsunuz ama bir turlu cikamiyorsunuz, upps 11. kat, hay allah zemin kat, tuh besinci kat, hop 10.kat. hatta ben epey bir sure problemin dokuzuncu katta oldugunu, ona bassak gidecegimizi dusunduydum, acaba ona bassak da merdivenlerden mi insek diyordum). yani fobunuz yoksa hapi yutmus sayilirsiniz. hayatta anahtar tasimayan insanlar elinin altindan eksik etmiyor, gorseniz sasarsiniz. Boyle muthis bir sey.
Ornegin evlerde yangin alarmlari var. Bunlar gercekten calisan alarmlar. Misal firinda balik yaparsaniz, baligin olup olmadigini kontrol etmeniz icin (hele hele aspiratoru de calistirmadiysaniz) en fazla iki dakikaniz var. Eger size taninmis bu iki dakikayi iyi degerlendirememisseniz, ben biraz daha bakacam derseniz, kendinizi uc saniye sonra elde telefon, ayakta terlik kapinin onunde bulabiliyorsunuz (telefonla napacaksam :) ) hatta bu uc saniyenin bir saniyesini de yangin alarmina tokat atarak gecirebilirsiniz (yangin alarminin tavanda oldugunu soylemis miydim :) ).
Veya ornegin apartmanda (hemen hemen butun yeni apartmanlarda bir adet spor salonu (fob olmadan kesinlikle giremiyorsunuz, hem de iki kere okutmaniz gerekiyor, niyeyse), ortak eglenceler icin bir adet salon, icinde bilardo masasi, mutfak, toplanti salonlari olabiliyor (ama malesef pinpon masasi yok. bu konuda bazi siteler burlardan daha iyi olabiliyor)
Hatta bunlar minik gokdelenler oldugu icin ve onlerinde bahcelik alanlari olmadigi icin 11. ve 19. katlarindaki koca koca teraslar cicekler, cimler, agaclar ve banklar ile dolu olabiliyor.
bence gelinip gorulmesi gerek :)

Tuesday, October 14, 2008

bal kaymak Yogurt!

Bulabildigimiz en buyuk yogurt 750 gram geliyor. 'Balkan' yogurt olarak satiliyor ama oyle kivamli degil, Sedar hepsini bir oturusta bitiriyor. Oyle corba yapmak falan mumkun degil, kiyip da bol bol bile yiyemiyoruz :)

Baktik aldigimiz yogurt disimizin kovuguna yetmiyor, sut de sudan ucuz, kendi yogurdumuzu kendimiz yapalim dedik. Daha dogrusu Sedar ben yaparim dedi, ben dedim internete bakalim. Sonucta biraz internet biraz Sedar'in annanesinden kalan bilgilerimiz ile 1 kilo sut ile denedik... Sonuc mu? Bakin da gorun, benim diyen tava yogurdundan guzel oldu :)



Ilk denemenin sansimi bilmiyorum ama cok guzel oldu cok :)


Yaninda mi? yaninda nohut ve pilav yedik, ellerimize saglik cok da guzel olmustu :)







Tarifi mi? oda asagida:

1 lt sutu yaklasik 1/4 ucana kadar kaynattik kiii kivamli olsun yogurdumuz. Serce parmagimi yaklamayacak sicakliga gelinceye kadar gidip gelip karistirarak soguttuk. 1 yemek kasigi yogurdu, bir miktar sut ile iyice karsitirip, daha sonra sutun icine kattik, iyice karismis oldu. Sonra guzelce sagini solunu sardik sarmaladik, 5 saat kaloriferin onunde mayalanmaya biraktik. Daha sonra kaloriferin onunden alip, oda sicakliginda 2 saat kadar beklettik. Dun aksam bunlar tamamdi, cok guzel gorunuyordu ama sulanmamasi icin hemen yemedik. Bugun sabaha kadar da buzdolabinda bekledi, cok guzel oldu cok :)

Monday, October 13, 2008

Stanley Park, Vancouver

Yagmur ile uyandik bugun, ufak ufak ciseliyor gibi gorunuyor ama degil, bulutlar alcalmis uzanip yere degiyormus gibi. Evde vakit gecirelim diye dusunduk once ama baktik bulutlar 19. kati ele gecirmis, bizi de yutmadan en iyisi evden cikalim dedik.
Arabaya atladik Stanley Park'a gittik. Sedar dedi islanmayiz yuruyelim, iyi dedim bastan, yuruyelim, sonra baktim usumuyorum ama burnumun ucundan su damliyor (Sedarin sac cok tabi, henuz kafa derisine ulasmamis). Sedar ben memnunun halimden ama istersen donelim sen usumussundur diyorum, yooo diyor hava cok guzel yuruyelim. Sedar diyorum ben simdi cok keyif aliyorum ama sen donelim dersen doneriz diyorum , bir denedim sansimi tekrar ama olmadi, takildim pesine ben de ;)
Stanley Park, Vancouver Downtown'da en buyuk park. Cevresinde tam turun uzunlugu yaklasik 9 km. Icerisinde de patikalar var, kucuk goller var, kosanlar, bisiklete binenler, turistler, hava guzel iken baya kalabalik oluyor (foklar varrrr, sincaplar vaarrr, anlaticam az sonra). Biz bugun cok kucuk bir kisminda yuruduk. Bir iki de fotograf cektik tabi:



Yuruyus yolumuzun basi...


Sedar: "Ben bu Vancouver'da agac olsam baska ne isterim ki!"

Didem: "Gunes :)"












Bu da Downtown'un Stanley Park'dan gorunumu, bakiniz canavar bulutlar, gokdelenleri yutmuslar :)


















Parkin icerisinde yuruken, yapraklarin buyuklugune ve renklerine hayran hayran bakiyordum ben Sedar fark etti, Kanada bayraginin uzerindeki yaprak, bu yaprak.










Bu da yol arkadasimiz, tombis gri benekli fok. O mu bize yol arkadasligi yapti biz mi ana bilemiyorum ama butun sahil boyunu fotografini cekebilmek icin kosar adim yuruduk. Sonra bir baktim ki arabanin yanina gelmisiz ( Sedar fok ile ortak olup beni kandirdi, evet simdi anladim :)



Islak ama guzel bir gun gecirdik, yuruyus cok iyi geldi. Bir sonraki sefere sincaplar icin yiyecek birseyler goturmeye karar verdik, ve bir de havlu :)

Sunday, October 12, 2008

sevgili gunluk,

bugun benim karim beni yine (sanki hergun cikariyor) daglarin basina cikardi, inecem dedim indirmedi, oturacam dedim oturtmadi, yuru babam yuru, iki saat boyu, bir keci yolu, cik babam cik, ha babam ha, dagin basina vardirdi. vardirdi ki ne goreyim, teleferik koymuslar, megerse teleferik varmis, teleferik, insan icadi, niye var: cunku insanlar iki saat dagi tirmanmasin, binsin yukari ciksin diye, degil mi :). ustelik simdiden kisin yerini etmeye de basladi, diyor ki insanlar teleferikle cikiyor, kayarak iniyor. beni butun dagin asagisina kayarak indirecekmis.
Dag dedigimiz oyle tepe falan degil, bildigin dag. Ayrintilar icin bkz http://hiking.grousemountain.com/ . bir saat elli dakika olan tirmanisda 2.9 km yol katetmisiz, baslangic noktasindan taaaaam 859m yukari tirmanmisiz, toplamda 1127m rakima cikmisiz. Megerse bunlarin hepsi zaten internette yaziyormus. Hayir eger bunlari daha once okumus olsaydim, tirmanir miydim, bilemiyorum. ama iste benim hanim boyle kurnaz planlar yapiyor, eger gormemem gereken, okumamam gereken birsey varsa kesinlikle ne okuyorum, ne de goruyorum. bilmem gerektigi kadarini biliyorum, bilmemem gerekeni bilmiyorum. Ajan gibidir benim hanim ayiptir soylemesi.



Simdi sizin gozunuzde olayi biraz daha canlandirabilmek icin, ekibimiz teknolojinin faydalarindan da yararlandi ve cesitli fotograflar cekti, cekindi:


Ornegin su yanda gordugunuz fotografta ne kadar bitap, ne kadar halden dusmus oldugumu, takatimin kalmadigini kolaylikla gorebilirsiniz. bakin, ne kadar bitkin bir haldeyim, dilim disarida, bu tirmanis ne zaman bitecek diye dusunuyorum.



Halbuki bir de kendisine bakin. Bakin ne kadar neseli, sanki hic yorulmamis gibi, sanki kendi tirmanmiyormus gibi. Tabii kendisi kus kadar hafif oldugu icin yorulmuyor, benim de yorulmadigimi saniyor.









Ama bir kere tirmanisin sonuna geldin miiiiiii, degme gitsin, yol boyu soylenmeler, bu yol bitmezler, keci yolu bunlar, buradan insan cikmazlar falan hepsi geciyor tabii.









veeeeeee, sonucta boyle guzel bir manzaraya geliyorsunuz (ne kadar yukari ciktigimizi farkettiniz mi, butun o yolu yuruyerek cikartti bana)
Nihayet, guzel bir dag, tirmanmasi zevkli, iyi ki de gitmisiz. Kisin da gideriz biz oraya, kayariz da.
bu arada, teknik ekipten Umut'a dagin tepesine 14 kutu portakal suyu. 5 litre kola ve uc ton peynirli cubuk kraker getirdigi icin, bizim fotograflarimizi cektigi icin, bize yol arkadasligi ettigi icin (aslinda bana yol arkadasligi etti, hanim onden firladigi icin kendisi ilen zirvede gorusebildik :p) cok tesekkur ederiz.
ben sedar gokbulut, vancouverdan hallerimiz programi ekibi adina iyi gunler diliyoruz. Bir dahaki programimizda gorusmek uzere (bakalim sirada hangi dag var). Stop